Kalbin sessiz çığlığı; Yalnızlık



O uzak fotoğrafa bakarken boğazınızda bir yumru hissedersiniz; bu, bir insanı özlemenin en saf hâlidir. Yüzünü bile görmeseniz, yalnızca sesi, gülüşü veya birlikte paylaştığınız bir anının yankısı bile içinizde bir boşluk açmaya yetebilir. Hasret, tıpkı kömürde demlenen isli bir çaydanlıktan doldurulmuş demli bir çayın ardından yükselen buhar gibi; görünmez ama bütünüyle varlığını hissettirir. Zamanla yoğunlaşır, kalbin kıvrımlarına işleyerek kalbinizin her kşesinde derin hatıra molaları verir.

Ancak bu “sahici” özlem, eğer kontrolü ele geçirirse, ruhunuzu esir alır. Özlediğiniz kişiyi hâlâ yanınızda hissedebilmek için geçmişe sarılmak, sizi bu güne yabancılaştırır, somut kavramlardan uzaklaştırır. Oysa hatıralar, hasret duyulana saygı besleyerek zarafetle saklandığında güzeldir; bu, kişiye doğru dozda sevgi aşılar. Fazlası ise kabullenememenin, tamamlanmamış vedaların acısını çok daha da derinleştirir. O yüzden, bu boşluğu doldurmanın ilk adımı, özlemi bir duygu olarak kabul etmek ve ardından ona nefes alacak alan açmaktır.

Bir diğer duygu karmaşası ise yalnızlık ise özlemin sık sık karıştırılmasıdır, fakat ikisi birbirinden farklıdır. Özlediğiniz kişinin hâlâ varlığı söz konusuysa, yalnızlık tanımı daha derindir: Kalabalıklar içinde kendinizi yalnız hissettiğiniz anlar.. Duygularınızı paylaşacak, sizi gerçekten anlayacak bir muhatap ararken yaşanan içsel kavga. Yalnızlık, bazen en yakınlarımızın bile duvarlar ördüğü bir hücre gibidir. Bu duvarları yıkmak, önce kendi iç sesimize kulak vermekle başlar. Dinlemeyi bilmek, birçok kapıyı aralar.

Gerçek dostluk ise tam bu noktada devreye girer. Dost, sadece yanınızda olmakla kalmaz; size dönük bir köprüdür. Sessizliğinizi, gözlerinizden okur; ihtiyacınız olduğunda oradadır. İyi günlerinizi şenlendirir, kötü günlerinizi hafifletir. Karşılıksız değil ama koşulsuzdur dostluk: Sizden beklediği tek şey, samimiyetiniz ve kalbinizin açık olmasıdır. Bu bağı kurmak cesaret ister; çünkü emek ister, zaman ister ve bazen küçük riskler almayı gerektirir. Ancak size tanıdığı karşılıklı güven, yalnızlığın en karanlık köşelerini bile aydınlatır.

Sevgi ise dostluktan beslenir ve ona hayat verir. Sevgi, karmaşık beklentilerden arındığında en güçlü ilaçtır ruh için. Bir kahve eşliğinde yapılan derin bir sohbet, ani bir sarılma, içten bir “nasılsın?” demek… Bu küçük jestler, kalpten kalbe kurulan köprülerin temel taşlarıdır. Sevgiye ne kadar özen gösterirsek, o kadar çoğalır. Ve çoğalan sevgi, hem kendimize hem de etrafımıza yayılarak varoluşumuza anlam katar.

Özlemek, hasret duymak ve hatta insanın kendini yalnız hissetmesi bile insan olmanın kaçınılmaz parçalarıdır. Ancak bunların gölgesinde yaşamayı seçmek yerine, gerçek dostluğun sıcaklığını ve sevginin iyileştirici gücünü kucak açmak hayatı daha yaşanır hale getirecektir.

Kalbin sessiz çığlıklarını duyabilen biri olarak, önce kendinize uzatacağınız şefkatli bir el; ardından gerçek bir dostun ve sevginin samimi dokunuşları, yalnızlığın perdelerini aralayacak ve ruhunuzu iyileştirecektir. 'Dost' diyorum, kalabalıklar içinde bulunmakla yalnızlığınızı yeneceğinizi düşünmeyin..